9390,51%1,20
38,74% 0,39
43,40% 0,27
4146,90% 1,06
6711,63% -0,27
Çetin Ay – Uluslararası İş İnsanı
CEO...
Almanya’da yapılan son genel seçimler yalnızca siyasi dengeleri değil, devletin iç yapısını da sarstı. Almanya için Alternatif Partisi (AFD), yaklaşık %26 oy alarak tarihi bir başarı elde etti ve birçok eyalette birinci parti konumuna yükseldi.
Ancak asıl tartışmalar seçimden sonra başladı.
AFD’nin yükselişi sadece halk desteğiyle sınırlı değil. Devletin içinde de bu partiye giderek artan bir yönelim olduğu açıkça görülüyor. Uzman değerlendirmelerine göre, kamu kurumlarında görev yapan memurların, yargı mensuplarının ve güvenlik birimlerinde çalışanların %60’ından fazlası AFD’ye sempatiyle bakıyor.
Bu durum, sadece muhalefeti değil, hükümet partilerini de ciddi şekilde endişelendirdi.
Kapalı kapılar ardında şu ifade sıkça dile getirilmeye başlandı:
“Seçimi kazandık ama devleti kaybediyoruz.”
İşte bu gerilim ortamında Anayasayı Koruma Teşkilatı (Verfassungsschutz) devreye girdi ve AFD’yi resmen “aşırı sağcı şüpheli oluşum” olarak sınıflandırdığını duyurdu.
Ancak burada kritik bir ayrıntı vardı:
Dönemin Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser bu karara imza atmadı.
Kararın gerekçesini incelemek üzere bekleme kararı aldı. Yani siyasi onay verilmemişti.
Buna rağmen, Verfassungsschutz Başkanı Thomas Haldenwang kararı tek taraflı olarak kamuoyuna açıkladı.
Bu açıklama birçok çevrede, güvenlik gerekçesiyle değil, siyasi dengeyi etkilemeye yönelik bir müdahale olarak değerlendirildi.
Ancak gelişmeler bununla da sınırlı kalmadı.
Haldenwang, bu tartışmalı açıklamasından kısa bir süre sonra, Kuzey Ren-Vestfalya’daki Wuppertal kentinden Federal Meclis milletvekili adayı oldu.
Hedefi açıktı:
Hem siyasi koruma zırhına kavuşmak hem de kararlarını dokunulmazlıkla güvenceye almak.
Fakat hesap tutmadı.
Halk desteği beklediği gibi gelmedi.
Seçimi kaybetti ve ardından görevini de bırakmak zorunda kaldı.
Geriye kalan tablo düşündürücü:
Bir devlet görevlisi, elindeki yetkiyi kullanarak siyasete doğrudan müdahalede bulundu ve sonrasında bu müdahaleyi siyasete girerek koruma altına almaya çalıştı.
Bugün Almanya’da cevap arayan soru artık şudur:
Devletin bir kurumu, halkın sandıkta verdiği karara karşı pozisyon alabilir mi?
Yaşanan sadece bir parti rekabeti değil.
Bu, seçilmiş siyasi irade ile devlette etkin bir bürokratik yapı arasında açık bir güç mücadelesidir.
Ve sonunda şu gerçekle karşı karşıyayız:
Almanya’yı gerçekten kim yönetiyor?
Oylarıyla yön veren halk mı,
yoksa kendi kurallarını belirleyen kapalı bir sistem mi?